Hume'un Agnostisizmi ve Nietzsche'nin Ateizmi
Hume ve Nietzsche'nin insanların tanrıya neden inandığı üzerine akıl yürütmelerinden nasıl birbirlerinin tamamlayıcıları olduğu hakkında kendi düşüncelerimi ve Prof. Dr. Örsan K. Öymen'in bir konferansından çıkardığım notları sizlerle paylaşmak istedim.
Öncelikle David Hume'dan başlayacak olursak 18. yüzyılda yaşamış İskoçyalı bir filozoftur. İnsanın anlama yetisi üzerine çalışmıştır ve insan zihninin algısını iki temel kategoride inceler. Bunlar;
- İzlenimler
- Düşünceler
1)Apriori:
Matematiksel çözümlemeleri içerir. (2+2=4, bir eşkenar üçgenin tüm kenarları eşittir vb. önermeler) Eğer bu tür matematiksel önermeleri değillersek zihnimiz bunu algılayamaz ve karmaşa çıkar. Yalnız bu apriori akıl yürütme olgusal değildir ve matematik vb. akıl yürütmelerde kullanılır.
2)Aposteriori:
Olgusal konularda akıl yürütmeleri kapsar. Deneyim ve tecrübelere bağlı kalarak akıl yürütmedir.
Nedensellik
Hume'a göre düşünce izlenimlerle oluşuyorsa "nedenselliğin izlenimi nedir?" sorusu oldukça kafasını kurcalamıştır. Ve tanrı kavramını epistemolojik olarak incelediğinde her şeyin nedeni olan ve ana nedeni olmayan ilk nedensellik tanımıyla ayrıca merhametli,zeki,cezalandırıcı,ödüllendirici,iyi tanrı nitelemeleriyle karşılaşmıştır.
Hume'a göre nedensellik düşüncesi sırasıyla A olayının B olayını takibi ve ardından B olayının A olayı takibi üzerinden bir tecrübeyle sabittir ve bu A ve B olayı izlenimlenebilir olmalıdır. Dolayısıyla teolojinin nedensellik çabası başarısızdır. Çünkü tanrı izlenimlenebilir ve deneyimlenebilir bir şey değildir. Dolayısıyla tanrıyı her olayın nedeni olarak ortaya koyamayız.Bunun üzerine "tanrının apriori olarak ortaya konulması" gündeme gelir. Aprioride yokluktan var olunamayacağı dolayısıyla bir var edici olarak tanrının olması gerektiği savunurlur ancak Hume bu fikirle de apriorinin yalnızca matematiksel konularda akıl yürütme metodu olduğunu olgusal kavramlarda çözümleme yapılamayacağını söyleyerek hesaplaşır. Ayrıca tanrının merhametli,zeki,cezalandırıcı,ödüllendirici,iyi gibi nitelemeleri aslında insani nitelemelerdir ve Hume'a göre insanlar varlığını temellendiremeyeceği bir güce insani güçler yüklemiş ve bunun üzerinden tanrı tanımlaması yapmışlardır. Aslında politeizm tanrıylarıyla monoteizm tanrıları bu perspektifte son derece benzer kavramlardır. Bir diğer sorun ise insanın saf iyi veya saf kötü olmamasıdır, insan iyi ve kötü arasında sürekli gidip gelir. Tanrı insanı neye göre cezalandıracaktır? Ve ayrıca tanrı tüm sorunların ana nedeniyse kötülüklerin de ana nedeni olacağından tanımlamada bulunan iyi kavramıyla bir çelişki söz konusudur. Eğer tanrı her şeyin nedeni değilse ortada bir zaafiyet söz konusu olduğundan burada da bir çelişki meydana gelir.
Tanrının varlığını epistemolojik olarak olumlayamıyorsak neden insanlar buna inanıyor?
Hume bu soruya cevap olarak korkuları, sığınma ihtiyacını veriyor ancak verdiği cevaplar yetersiz kalıyor. Burada devreye Nietzsche giriyor ve Hume'u tamamlıyor. Nietzsche'yi devreye sokmadan önce birazda Nietzsche üzerine konuşalım.
Nietzsche 19 yüzyılda yaşamış Alman bir filozoftur. Doğruluk ve gerçeklik gibi kavramların kurgusal olduğunu düşünür. Monoteizmi çok sert eleştirir. Dinleri mutlakçı anlayış olarak görür ve özgürlükçü anlayışı savunur. Dinlerin yaşam şablonu oluşturduğunu düşündüğünden nasıl yaşamak gerektiği zaten dinlere göre belirli olduğundan özgürlüğün karşısında dinleri büyük bir engel olarak görür ve bu şablonu kırıp özgür ruha ulaşmak gerektiğini vurgular.
İnsanların neden tanrıya inandığı sorusuna verdiği yanıtlar ise;
- Güç tutkusu
- Genel korku
- İnsanların yaşamdan tiksindiği için bir öte dünyayı yaratması ve istemesi.
Tanrı öldü argümanı yaşadığı toplumla ilgili sosyolojik bir tespittir, yaşadığı toplumun tanrıdan uzaklaşması üzerine ortaya attığı argümanda tanrı yerine ne koymalı sorusunu kendisine sormuş ve yukarıda ki cevabı yinelemiştir (Önce var olanı yık geriye kalanı olumla).
Tüm bunların yanında dinin çöküş ve yozlaşma aracı olduğunu söyler.