Yavaş yavaş delirdim kimse farketmedi
İpek Ertürk bir hukuk danışmanlık şirketinde çalışıyordu. Ailesi İzmir, kendisiyse İstanbul'da yalnız yaşıyordu. Çevresi tarafından sevilen İpek Ertürk aracıyla Asya yakasından Avrupa tarafına geçerken köprü üzerinde durdu ve kendini bir anda korkuluklardan aşağıya bıraktı. Arkasında bir not bırakmıştı: "Yavaş yavaş delirdim, kimse fark etmedi . Hayat çok zor. Ailemi çok seviyorum...”
İstanbul'da yaşayan insanları düşünüyorum, acaba kaç kişi sadece ailesini sevdiği için yaşamaya devam ediyordur? Yaşam kıymetli bir şey olsa gerek tüm biyolojik sistemler yaşamda kalmak ve adapte olmak üzere var olmuşlardır. Ancak düşünebilen insan elindeki bu şansı hiçe sayar ve bazen bilerek kendi yaşamını sonlandırabilir.
Küçükken oynadığım bilgisayar oyunlarında işler kötüye gidince sıkılıp oyundan çıkardım. Küçükken sıkıldığım her şeyi işte böyle kapatıp/bırakıp gidebileceğimi sanırdım. Büyüdükçe böyle olmadığını gördüm. "Sabretmek" denilen bu zor kavramın ne demek olduğunu öğretti hayat bana. Keşke hayatı da bilgisayar oyunlarında olduğu gibi kapatıp çıkabilseydik, biraz nefes alır dinlenince geri dönerdik ancak maalesef hayat denilen bu "oyun" kapatılınca tekrar açılmıyor. Güzel bir yerde save edip sonra işler boka sarınca kaydedilen yerden devam edemiyorsun. Verdiğin yanlış bir kararla hayatın bir "bölümünde" tutsak kalabiliyorsun mesela, bölüm sonu canavarıyla kanka olabildiğin bir "oyun" bu gerçek hayat.
Böyle bir hayatı yaşayabilmek için ya çok şanslı olmak gerek (doğduğun yer,çevre vb.) ya da çelikten sinirlerin. Ama bu yazımda bunu tartışmak istemiyorum. Başlıkta da belirttiğim gibi yavaş yavaş delirmek benim anlatmak istediğim. Yukarıda bahsettiğim gibi işler boka sarabiliyor bazen ve "delirmek" denilebilecek bir süreç başlıyor insanın zihninde. Yiyip bitiriyor insanı bu süreç, sokakta geçtiğiniz yerler griye boyanıyor, kokladığınız çiçekler soluyor, konuştuğunuz kendi iç benliğiniz ağlıyor.. Dayanılmaz olan bu süreci sonlandırmak istiyor insan. Sorunlarla mücadele edilmeye çalışılıyor, güvenilen bir kaç yakına danışılıyor, genelde söylenen söz "sen akıllı adamsın ya halledersin", "ohooo bunlar ne ki sen bir de benim çektiklerimi gör" vb. İnsan anlıyor ki aslında herkes kendi derdinde, kimse kimseyi dinlemez olmuş. Kimisi yüzüne taktığı mutluluk maskesi arkasında perperişan ama kuyruğu dik tutuyor, kimisi kendi hayatından yakınmaktan kulaklarını sağır etmiş duyamıyor, "gerçekten mutlu biri var mı?" diye soruyorsun ancak emin olmak mümkün değil tabii. Sonuç olarak çevreden beklenilen yardımlar boş, yine kalıyorsun kendi kendine.
Aslında böyle böyle başlıyor insan delirmeye. Desiderius Erasmus'un Deliliğe Övgü kitabında bahsettiği şey gerçekleşmeye başlıyor. Gerçekleşen delilik sayesinde yaşamaya devam edebiliyoruz. Bana göre bu "delilik" dediğimiz şey aslında beynimizin bir adaptasyonu olmuş oluyor.
"İnsanın doğuşu acı ve utanç vericidir; yetiştirilmesi ise usanç vericidir. Çocukluk tehlikelerle gençlik ise ıstıraplarla doludur.Yaşlılık ağır bir mesuliyettir; hastalıklar ordusu çevrenizi sarar, talihsizlikler pusudadır ve kötü kader yakanızı bırakmaz. Ölüm ise kaçınılmaz sondur."
diyor Desiderius Erasmus. Haklı. İşte delirmemizin sebebi bu bence. En çok delirenler en mutlu ve yaşama enerjisi yüksek, deliremeyenler ise bitik ve tükenmiş oluyorlar. Bence İpek avukat haklı, yavaş yavaş delirdiği için intihar etti.
İstanbul'da yaşayan insanları düşünüyorum, acaba kaç kişi sadece ailesini sevdiği için yaşamaya devam ediyordur? Yaşam kıymetli bir şey olsa gerek tüm biyolojik sistemler yaşamda kalmak ve adapte olmak üzere var olmuşlardır. Ancak düşünebilen insan elindeki bu şansı hiçe sayar ve bazen bilerek kendi yaşamını sonlandırabilir.
Küçükken oynadığım bilgisayar oyunlarında işler kötüye gidince sıkılıp oyundan çıkardım. Küçükken sıkıldığım her şeyi işte böyle kapatıp/bırakıp gidebileceğimi sanırdım. Büyüdükçe böyle olmadığını gördüm. "Sabretmek" denilen bu zor kavramın ne demek olduğunu öğretti hayat bana. Keşke hayatı da bilgisayar oyunlarında olduğu gibi kapatıp çıkabilseydik, biraz nefes alır dinlenince geri dönerdik ancak maalesef hayat denilen bu "oyun" kapatılınca tekrar açılmıyor. Güzel bir yerde save edip sonra işler boka sarınca kaydedilen yerden devam edemiyorsun. Verdiğin yanlış bir kararla hayatın bir "bölümünde" tutsak kalabiliyorsun mesela, bölüm sonu canavarıyla kanka olabildiğin bir "oyun" bu gerçek hayat.
Böyle bir hayatı yaşayabilmek için ya çok şanslı olmak gerek (doğduğun yer,çevre vb.) ya da çelikten sinirlerin. Ama bu yazımda bunu tartışmak istemiyorum. Başlıkta da belirttiğim gibi yavaş yavaş delirmek benim anlatmak istediğim. Yukarıda bahsettiğim gibi işler boka sarabiliyor bazen ve "delirmek" denilebilecek bir süreç başlıyor insanın zihninde. Yiyip bitiriyor insanı bu süreç, sokakta geçtiğiniz yerler griye boyanıyor, kokladığınız çiçekler soluyor, konuştuğunuz kendi iç benliğiniz ağlıyor.. Dayanılmaz olan bu süreci sonlandırmak istiyor insan. Sorunlarla mücadele edilmeye çalışılıyor, güvenilen bir kaç yakına danışılıyor, genelde söylenen söz "sen akıllı adamsın ya halledersin", "ohooo bunlar ne ki sen bir de benim çektiklerimi gör" vb. İnsan anlıyor ki aslında herkes kendi derdinde, kimse kimseyi dinlemez olmuş. Kimisi yüzüne taktığı mutluluk maskesi arkasında perperişan ama kuyruğu dik tutuyor, kimisi kendi hayatından yakınmaktan kulaklarını sağır etmiş duyamıyor, "gerçekten mutlu biri var mı?" diye soruyorsun ancak emin olmak mümkün değil tabii. Sonuç olarak çevreden beklenilen yardımlar boş, yine kalıyorsun kendi kendine.
Aslında böyle böyle başlıyor insan delirmeye. Desiderius Erasmus'un Deliliğe Övgü kitabında bahsettiği şey gerçekleşmeye başlıyor. Gerçekleşen delilik sayesinde yaşamaya devam edebiliyoruz. Bana göre bu "delilik" dediğimiz şey aslında beynimizin bir adaptasyonu olmuş oluyor.
"İnsanın doğuşu acı ve utanç vericidir; yetiştirilmesi ise usanç vericidir. Çocukluk tehlikelerle gençlik ise ıstıraplarla doludur.Yaşlılık ağır bir mesuliyettir; hastalıklar ordusu çevrenizi sarar, talihsizlikler pusudadır ve kötü kader yakanızı bırakmaz. Ölüm ise kaçınılmaz sondur."
diyor Desiderius Erasmus. Haklı. İşte delirmemizin sebebi bu bence. En çok delirenler en mutlu ve yaşama enerjisi yüksek, deliremeyenler ise bitik ve tükenmiş oluyorlar. Bence İpek avukat haklı, yavaş yavaş delirdiği için intihar etti.