Kayıtlar

Mart, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Son kırlangıç

KEHANET 1985 Lokman şair senin hayatın Yedi kırlangıcın hayatı kadar Altısını ardı ardına yaşadın Bir kırlangıcın daha var Cemal Süreya Özgürlük üzerine düşündüm bugün, uzun uzun. Bir de 20’li yaşların başında olmanın insana ne gibi haklar kazandırdığını veya kazandırması gerektiğini düşündüm. “20’li yaşlar bir daha geri gelmeyecek iyi değerlendir” diyen biri ne yapmamızı istiyor olabilir diye düşündüm. Evet, 20’li yaşların başında biyokimya dersinde glikoz-1-fosfatın, glikoz-6-fosfata nasıl ve neden dönüştüğünü anlamaya çalışıyorum. İyi mi değerleniyor sizce 20’li yaşların başı? Geçenlerde kütüphaneye uğradım ve İclal Aydın’ın bir kitabını gördüm “Evlerin ışıkları bir bir yanarken” alıp bir iki sayfa okudum, hoşuma gitti. Daha önce hiç İclal Aydın okumadığım için okumaya karar verdim. “Kimse mutlu olmuyor nihayetinde” başlıklı yazısına bir hocasının kendisine söylediği şu sözlerle giriş yapmış: “içinden hapşırık gibi kahkaha gibi yazmak geliyorsa, o vakit ya...

Ben kimim?

İNSAN KENDİSİNİN RÜYASIDIR İnsan kendisinin rüyasıdır Geçerken bir uçtan bir uca ömrünü Yaşanılanlar anıya dönüştü mü Geriye bir rüyadan izler kalır Kimdi o çocuk ben dediğim O delikanlı ben miydim gerçekten Şimdi bir tren penceresinden Başka yaşamlara bakar gibiyim Zamanı eksilten saniyelerden Sevinçlerden, üzüntülerden Hangisi düş, hangisi gerçek Sonunda sanki her şey eşitlendi Geriye şiirler kalacak belki Rüyanın gerçekliğine tanıklık edecek Ocak 2008 Ataol Behramoğlu şiirlerini çok severim, bazı geceler saatlerce sesli sesli hatta bağıra bağıra okuduğum olur şiirlerini. Bu yazıyı yazmadan önce yine neredeyse bağıra bağıra şiir okuyordum. Çok kez okumuşumdur yukarıya alıntıladığım bu şiiri ancak son okuyuşumda beni derin düşüncelere sürükledi. "Ben kimim?" sorusunu sordurttu. Bu sorunun çok önemli olduğunu düşünüyorum.  "Gnothi seauton" yani "kendini tanı" Apollon tapınağında altın harflerle yazılı bir sözdür.  İnsanlar tarihin b...

Yaşamaya mahkumuz

Resim
Acaba dünya üzerinde sevdiği işi yapan kaç kişi vardır? Hiç düşündünüz mü? Bir öğle vakti okuldan dönerken bir alt geçitte yürüyordum, alt geçidin ışıkları yalnızca geceleri yandığından yalnızca içeriye süzülen loş bir ışık vardı. Karşımdan çöpçü olduğunu düşündüğüm biri geliyordu, anlamıştım çünkü fosforlu giysisi üzerine gelen loş ışığı güçlü bir şekilde yansıtıyordu, şerit şerit parlıyordu adam. Biraz yaklaştıktan sonra üniformasına baktım ve bir taşeron işçisi olduğunu anladım. Badem bıyıklarının altındaki ağzı mutsuzluğunu belli eder şekilde kıvrılmış gözlerinin altı morarmıştı. Gözlemlediğim bu durum beni oldukça düşündürdü. Kim bir çöpçü olmak ister? Yazının başında "kaç kişi sevdiği işi yapıyordur?" diye sormuştum ancak asıl niyetim sevilmeden yapılan "yapılabilir" işleri konuşmanın aksine sevilmeden yapılan ve cidden dünya üzerinde yaşayan çoğu insanın yapmak isteyeceği işler sıralamasında listenin sonunda konumlanacak işlerden bahsetmek istiyorum. ...

Yavaş yavaş delirdim kimse farketmedi

İpek Ertürk bir hukuk danışmanlık şirketinde çalışıyordu. Ailesi İzmir, kendisiyse İstanbul'da yalnız yaşıyordu. Çevresi tarafından sevilen İpek Ertürk aracıyla  Asya yakasından Avrupa tarafına geçerken köprü üzerinde durdu ve kendini bir anda korkuluklardan aşağıya bıraktı. Arkasında bir not bırakmıştı: " Yavaş yavaş delirdim, kimse fark etmedi . Hayat çok zor. Ailemi çok seviyorum...”   İstanbul'da yaşayan insanları düşünüyorum, acaba kaç kişi sadece ailesini sevdiği için yaşamaya devam ediyordur? Yaşam kıymetli bir şey olsa gerek tüm biyolojik sistemler yaşamda kalmak ve adapte olmak üzere var olmuşlardır. Ancak düşünebilen insan elindeki bu şansı hiçe sayar ve bazen bilerek kendi yaşamını sonlandırabilir.  Küçükken oynadığım bilgisayar oyunlarında işler kötüye gidince sıkılıp oyundan çıkardım. Küçükken sıkıldığım her şeyi işte böyle kapatıp/bırakıp gidebileceğimi sanırdım. Büyüdükçe böyle olmadığını gördüm. "Sabretmek" denilen bu zor kavramın ne demek old...

Hizmetçiler-Jean Genet (Tiyatro oyunu)

Resim
Oyun  Bakırköy belediye tiyatrolarına  bağlı  Yunus Emre Kültür Merkezi  binasındaydı. Keyfi kaçar diye tanıtım afişini bile pek fazla incelemek istemedim. Her şeyin sürpriz olmasını istiyordum. Oyun başlamadan önce oyunla ilgili tek bildiğim: “iyi olmak kolay sıkıyorsa hizmetçiyken iyi insan ol” cümlesiyle anlatılmak istenen (ya da benim anladığım) sınıfsal çatışmaydı. 20.30 da başlayacak olan oyunun salonuna girdik. Küçük bir salondu ve doğrusunu söylemek gerekirse koltuk araları çok dar olduğu için bacaklarımı bile zor sığdırdım. Oyun başlayana kadar dekorlara göz gezdirdim ve beğendim. Zengin ve soylu bir aileye ait olduğunu düşündüğüm bir ev dekoru yapılmıştı. Oyun başladığında bacaklarımdaki rahatsızlığı unutmuştum çünkü oyuncuların performansının büyüsüne kapılmamak elde değildi. Özellikle karakterlerin iç dünyalarını yansıtırken yapılan ışık geçişleri oyunun büyüsünü arttırıyordu. 75 dakika süren oyunu keyifle izledim. Oyunun kendisine gelec...

Yaşar kemal-Yılanı öldürseler (Spoiler içerir)

Anası avluda tandırı yakmıştı. Tandırdan yukarıya bir kucak yalım durmadan fışkırıyordu. Hasan ürpertiler içinde elindeki tabancasıyla oynuyordu. Babasının tabancasıydı elindeki. Yalımlar sündü sündü, sonra birden düşüverdiler. Anası tandıra eğilip eğilip kalkıyordu. Hasan titriyordu, ürpermişti. etleri çekiliyordu. Başı dönüyordu. gözlerinin önündeki yalımların içindeydi anası... Birden elindeki tabanca ateş aldı. Bir çığlık koptu... Bir daha ateş aldı, bir daha... bir saç, et yanığı kokusu aldı ortalığı... Hasan birden boşalıverdi, ortada bir süre, tabancası elinde, tandırın başında dolandı durdu. Anasının tandıra girmiş başındaki saçlar yanıyordu. Anavarza'ya doğru aldı yatırdı. Okuduğum şu dizeler beynimde şimşekler çaktırdı. "Ana" kültürümüzde olduğu gibi bir çok kültürde oldukça değerli. Peki töre ya da mahalle baskısı kadar değerli mi? Bunu düşündürdü bana Yaşar Kemal'in bu kısacık romanı. Olayı kısadan özetleyecek olursam; Hasan küçük bir çocuk, babası Hal...