Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir adam

Resim
simsiyah bir gece karşı apartmanda bir adam başı sarkmış camdan bir söğüt dalı gibi boynu ve ağzında kırmızı bir ateş, dumanı efkar tütüyor camları açık aralık soğuğuna gözleri pencere denizliğine dayanmış kollarına bakıyor loş ışığında Che posterinin, Rodrigo’nun gitar konçertosunu açtım içimde azalan sana ve adamın efkarına ağladım

Ben bilmem

Resim
bakış yetmezliği çekiyorum buralarda kançanağı gözlerime değmesin gözlerin, boşver yerçekimsiz karadelikler üretiyorsun aromatik bileşikler listesinde yok kokun nerden geliyor yüzündeki bu renk? arkam dönük dış dünyaya sevgilim gölgelerin yalancısıyım ben bilmem.. ama sen bilirsin, yağmurlu bir günde el ele tutuşup şarkı söylemeyi gök kuşağında yürümeyi yalın ayak gölgenden hızlı koşmayı ve yorgun bir kaya gibi dinlenmeyi iyi bilirsin ah öyle yorgunum ki ne şarkı söyleyecek sesim ne yürüyecek hevesim ne de koşacak halim var ama öğretirsen eğer, dinlenmek isterim kollarında çünkü gölgelerin yalancısıyım ben, bilmem. (Bu şiir Ayyıldız dergisinde yayınlanmıştır.)

Şiir bitti

Resim
yazıp yazıp sildiğim mısralarımın gizli öznesi saklanmıyorsun artık satırlarıma, neden? savaşım kendimle sen karışma yazmak istemediklerimi yazdırıyor hayat bana umursadığımdan değil ellerini lakin kirletiyorsun orada burada yapma! yürüdüğümüz sokaklarla sınırlı kalır hatıran şiirlerin temelini atarım sahil boylarında İstanbul’da sahil çok senden bir tane var ben azalıyorum şiir bitti

Küçük not defteri

Resim
acıyı anımsadım bugün montumun iç cebindeki küçük bir not defterinde küçük defterler eski anıları yazılan iki satır yazı eski acıları saklıyor içinde depoluyoruz maziyi bazen bir şiire bazen çalan kapı zilinin melodisine ya da montun iç cebine acıyı anımsadım bugün ilk günkü gibi ağır ve taze küçük bir not defterinin içinde tepeden tırnağa ıslak elleri buz tutmuş soğuktan iliklerinde unutulmanın korkusu ve bir çocuk gibi ağlıyor, yalnız “acıya acıkmakta neymiş” diyor ellerim küçük not defterinden kopartırken içi mazi dolu sayfayı. acıya acıdım bugün montumun iç cebindeki küçük bir not defterinde

Aktivist

Resim
Saçların kadar aktivist olamam sevgilim örgütlese de beni kömür siyah gözlerin bildiriler de okusam ellerinden hiçbir devrimci pratiğine katılamam. ama bir akşamüstü, diyalektik idealizmin portresini tutup iki yanından ters çevirmesini iyi biliriz gülüşerek bazı siyasal teoriler anlatırım sana gecenin zifir karanlığında eyleme dökeriz tümünü bir devinim içinde üstelik birçoğunu İstanbul yerelinde Ekim ayında yazdığım şiirlerin rehberliğinde tüm çabamla katılmaya çalışırım eylemlerine yine de, saçların kadar aktivist olamam sevgilim

Ters yüz

Resim
bir kazağı giyerken önce kollarını sonra kafamı geçiririm bir kazağı çıkarırken önce kafamı sonra kollarımı çıkarırım ters yüz etmek istedim bugün hayatımı çıkarırken hayatımı önce kafamı sonra kollarımı çıkarıp ters yüz ettim tekrar giyerken önce kollarımı sonra kafamı geçirip üzerinde düşündüm kim nereden bilecek, solmuş kumaşın içte kaldığını? şöyle bir baktım giyinip soyunan, eskiyi yeniye, yeniyi daha yeniye bulayan içtiği kırmızı şarabı üzerine damlatan çok! haydi, çıkarın hayatlarınızı ters yüz edin kim nerden bilecek? bugün ters yüz ettim hayatımı önce kafamı sonra kollarımı çıkararak hayattan ters yüz ettim. kim nerden bilecek?

Aslında iyi çocuklarız biz

Resim
Islanmış saçlarının kokusu burnumda ve ellerin kollarımda aralanmış dudaklarına kitlenir gözlerim gökyüzü ne renk bilmeyiz aslında iyi çocuklarız biz İstanbul’u seyrederiz bir akşamüstü Khalkedon’dan kalkan bir vapurda dumanı tüter gözlerinin,buğulu sıcak nefesin karışır boğaza ben sana karışırım o sıra utanmak nedir bilmeyiz aslında iyi çocuklarız biz

Bitti Müzeyyen (5)

Resim
Müzeyyen sen gerçek misin? Konuya damdan düşer gibi girdiğim için özür dilerim ama kafamı karıştıran ciddi bir konu bu. Müzeyyen yazı dizisini okuyan arkadaşlarım soruyorlar seni. Müzeyyen kim? Gerçek mi? Karşımdaki kişinin samimiyetine göre bir şeyler mırıldansam da verdiğim cevaplar beni bile tatmin etmiyor. Yalan konusunda iyi değilim sen biliyorsun, belli ederim ben hemen heyecanlanırım. Nabzım hızlanır, susarım sonra. Müzeyyen sen gerçek misin? Gerçek ve hayali karıştırır oldum. Bazen şiirlerle gerçek hayatı bile karıştırdığım oluyor. Ne zaman aklıma gelsen felaketim oluyorsun yahut oturup siyah portakallar yiyor, korkunç kitaplar okuyorum. Dolayısıyla senin bir şiir olma ihtimalin üzerinde çokça duruyorum. Yazarına saygım sonsuz lakin seni okumakta güçlük çekiyorum. Müzeyyen, ben artık seni sevmiyorum. Hüseyin Rahmi Gürpırnar’ın bir dizesinde bulamıyorum, Özdemir Asaf’ın bir şiirinde anmıyorum, Küçük İskender’in sigarasının dumanında hatırlamıyorum. Evet, bir şiir olduğunu...

Deli şiiri

Resim
gün içinde aklıma gelen şeyleri mail olarak yazıp kendime atıyorum gece okuduğumda aklım başımdan gidiyor bu mailleri atan ben miyim? deliriyor muyum? aynı nehirde iki kez yıkanılmazmış yalan ben senin sularından çıkmıyorum bu yüzdendir maillerin hep benzer olması çok düşünüyorum ben bu şiirleri kime yazıyorum? gülümsüyorum hatta eskileri okurken bu şiirleri yazan ben miyim? deliriyor muyum? felsefe ve benzeri konuların tartışıldığı etkinliklere katılıyorum konunun en heyecanlı yerinde nabzım hızlanıyor konuya giriyorum güzel bir iki kelam etmek ne mümkün ağzımı açsam adın dökülecek diye korkuyorum sonra yeniden durup senin kim olduğunu düşünüyorum sen kimsin, seni tanımıyorum deliriyor muyum? aşkı meşki öven bir iki meczupla tanışıyorum tansiyona, kolesterole, kansızlığa, uykusuzluğa, sinir bozukluğuna iyi gelir enerji verir, cildi gençleştirir, kemikleri güçlendirir, dişleri kuvvetlendirir, ayrıyetten aganigi naganigi diyorlar faydalarını saya saya bitiremedikleri aşkı düşünüyorum...

Galata kulesi iptal

Resim
Size acı bir değişimin hikayesini anlatmak istiyorum. Konu galata kulesi arkadaşlar. Galata kulesinin dibindeki merdivenleri bilmeyeniniz yoktur. Eskiden o merdivenlerde büyük bir çoğunluğu üniversite öğrencilerinden oluşan insanlar oturur, biralarını yudumlarken sohbet ederlerdi. Gitar çalanların yanında yan flüt çalan bile gördüm ben o merdivenlerde. Biz de arkadaşlarla bunaldığımız zaman gider oraya kurulur sohbet eder şarkılar söylerdik. İyi kötü bir çok anımız var bizim de o merdivenlerde. Hatta bir keresinde hafif çakır keyif şekilde Ferdi Özbeğen’in dilek taşı şarkısını söylerken yaşlı sayılabilecek bir amca yanımızda durup “gençler, bu yaşlarda bu şarkılar tehlikelidir. Dikkat edin” dedikten sonra gülmüştü bize. Güzel zamanlardı. Sonradan yasakladılar orada oturmayı. Şimdilerde büyük büyük saksılar koymuşlar ve etrafına da bant çekmişler. Başlarda var olan olay yeri bandı yerini kırmızı şeritli banda bıraktı. Olay falan yoktu oysa ki.. En azından gençlere göre. Ben ç...

İkinci yanımın yazısı

Resim
Bir süredir bir şey yazamıyorum. İçimden gelmiyor. Tam ve geçerli bir nedeni yok sanırım. Yayınlamak konusunda da sıkıntılar çekiyorum üstelik. Bir şeyler karalasam da bu sefer yayınlamak istemiyorum ama bol bol okuyorum. Schopenhauer okuyorum, ismini bile unutttuğum bir çok yeni şairin şiirlerini falan okuyorum. Üretkenlik farklı bir şey ve insanın her ürettiği de aynı kalitede olmuyor.. Daha önceden yayınladıklarım çok mu kaliteliydi sanki? Hayır. Ama beni tatmin ediyordu ve önemli olan da bu zaten. Yazılan romanlar, şiirler, denemeler, hikayeler yazanın hayatından parçalar taşıyor illa ki. Her yazar biraz sallar elbet ama büsbütün kurmaca yazmak ustaların işi. Ben hayattan, yaşadıklarımdan kopya çekiyorum. Bu sıralar hayatım çok yolunda, keyfim inanılmaz yerinde. Ne yazayım yani? Mükemmel aşkların şiiri olmaz ki. Olsa da ben yazamam dostlar kusura bakmayın. “Anlat İstanbul” adında bir film var, Türk yapımı. İzleyenler bilir, bir ihanet sahnesinde Altan Erkek’linin oynadığı ada...

Tut ellerimi

Resim
Hayatıma dokunduğun yerlerim acıyor bir vapurda khalkedonun bir sokağında yahut beşiktaşta bir bistroda acıyor hayatım nakış nakış içime işlemişsin bakışlarını dikiş tutmuyor yüzümde artık tebessüm yeni bir halı serdim odama bastığım her yer dik yamaç serdiğim halı uçmuyor bastığım yerler acıyor tut ellerimi bir kereden bir şey olmaz diyerek kötü bir alışkanlık gibi zerk et ciğerime nefesini ihtiyacım var yangınlarına sırat köprüsü gibi uzanmış saçlarından düşüyorum sonsuz bir uçurumdan atlıyorum sanki tut ellerimi

Günah

Resim
günaha girdik sevgilim ağzından salyalar akan kudurmuş bir köpek anlar bizi önünden yemeği alınmış ve hırçın bir hançer saplanmış acımın sırtına sızan kanla beslendin sen ve doymuyorsun günaha girdik ve giriyoruz yaramaz bir çocuğun uyarıya rağmen devam etmesi gibi. erosun okuyla dalga geçerken aşkı becerdik bile isteye kahpeydik.. gülüyorduk masumiyete sakız çiğniyorduk ciddi konuları dinlerken kural tanımaz bir ruh hali olsa gerek çalan zile aldırmadan sevişmek umursamadık gerçekleri hiç bi' İstanbul biliyor bunları bir de biz İstanbul sen ve ben bozuldu birlikteliğimiz yanacağımız ateşler koymaz bize sevgilim tecrübe ettik dünya gözüyle sıcağı tene değen ne ki? kalbe düşen korun yanında..

Mont

sonbahar kışın habercisi karıştırırım kışlık montumun cebini memlekete iki bilet buldum biri gidiş biri dönüş omzunda birkaç sim lekesi beden onarır kendini mont onarmaz kalır yaşananların izi açtım penceremi eylül üfledi en ufak anılara bile nüfus etti eski tabii artık mont yenisini almak gerekli ruh yılan derisi değil ki.. mevsimden mevsime değişmiyor havası değiştikçe semtin bir üflemede kendini hatırlatıyor montumun rengi gibi zifir olmuş mevsimler işte böyle geçiyor

Akan saat

Seni gördüm bugün, Atilla İlhan'ın bir şiirinde Şair şaşı Mustafa'nın yalancısı Ben şairin Düşündüm Mustafa neden şaşı Seni değil Mustafa'yı düşündüm Bunun sebebi bence, Sürrealist bir tabloda akan saat

Geçti artık Müzeyyen (4)

Resim
Müzeyyen merhaba, nasılsın? Sağ olasın ben çok iyiyim. Kendime bir sürü yeni uğraş buldum, takılıyorum. Sen de uğraşıyor musun bir şeylerle? İnsan kendini meşgul edince inanılmaz rahatlıyor. Teoman şarkısında diyor ya "yakmıyor elimi artık bu kaynar sular, yoruldukça kaybolur acılar" çok doğru söylüyor. İnsan en başta nefes alamayacak gibi oluyor ya da daha kötüsü "alsam ne değişir" moduna giriyor ama bir süre sonra geçiyor be Müzeyyen. Yara kabuk bağlıyor, kabuk sertleşiyor ve hatta bile isteye tatlı tatlı kaşıyorsun. Ben bilimsel şeyleri takip ederim Müzeyyen bilirsin. Snaps adı verilen sinir köprüleri varmış beynimizde. Bir şey düşündüğümüzde düşündüğümüz şeyle ilgili snapslar artıyormuş ve arttıkça kafamızda daha bir yer ediyormuş o düşündüğümüz şey. Beynimin seninle dolu olmasının sebebi işte bu sinir köprüleriymiş Müzeyyen. Bazen diyorum alsam elime bir makas tek tek kessem hepsini ama çok üşeniyorum Müzeyyen. Şimdi memleketimdeyim ailemin yanında. Annem ...

Kurumuş yaprak

Şimdi sonbahar Bilmezsin sen kurumuş yaprakları çıtırdatmayı İlkbaharın sıradan bir çiçeğinden alıp adını Söyle, nasıl bu kadar güzel kokabildin?

Arar oldum

Eskiden yürüdüğümüz sokaklarda gezer gölgem Üstelik hava karanlıkken Kim olduğumu bilmeyen kalabalıklar içinde ben İnan bana aslında hiç istemeden Gözlerini arar oldum

Fakat Müzeyyen (3)

Resim
Ben sana ilk nerede ve ne zaman aşık olduğumu bilmiyorum Müzeyyen. Sen biliyor musun? Soruyorum hani belki "galiba an itibariyle aşık oldum" falan diye söylemişimdir sana, sen hızlı hızlı kırpıştırıp gözlerini gülmüşsündür bana. Gülerken ağzını açmazdın, başını hafifçe yukarı kaldırıp aynı oranda göz bebeklerini aşağı indirirdin. Sırf o manzarayı görebilmek için bile tekrar tekrar aşık olunur sana. En olmayacak anlarda sarılmalarımız geliyor aklıma Müzeyyen, vedalaşmalarımız. Mesela penguen belgeseli izliyorum geçenlerde. Anne penguen yumurtluyor ve ardından yumurtayı ayaklarından kaydırarak baba penguene gönderiyor. Baba yumurtayı kuluçkaya aldıktan sonra sarılıyorlar. "Penguen bu, nasıl sarılsınlar?" deme Müzeyyen, en az bizim kadar tutkulu sarılıyorlar. Sonra anne penguen yiyecek bulmak için gidiyor. Benim gözlerim doluyor bu sahnede. İnsan izlediği belgeselde bile gözleri dolacak bir şeyler buluyorsa gerçekten yaşıyor demektir. Ben tepkisizleşmekten ve hiss...

Ağustos akşamı

bir ağustos akşamı gözlerimden bulutlar geçiyor gülümsüyorum geceye soluyorum esen rüzgarı fesleğenle karışık umut kokuyor yaz yaklaşan sonbaharı düşünüyorum sallanan solmuş yapraklara güvenim tam hepsine isim koymaya hazırım bu sefer. saçları sırılsıklam olmuş ekimde yağan yağmurdan, hatta kirpikleri bile ıslanmış bir kadın beni bekleyecek sonra gülümseyecek ve ağustostan konuşacağız dizimde açılan yaradan falan bahsedeceğim ben o bana çocukluk anılarını anlatacak uzun uzun sonra sıcak bir çay içeceğiz buharı tüten şekersiz çay tatlanacak bulutlardan düşen her damla, sırf bizim hatırımıza camlarımıza vuracak melodik bir sonbahar olacak susup dinleyeceğiz gökyüzünü biz konuştuğumuzda dağılmaları için sözleşeceğiz bulutlarla sonunu bir türlü getiremediğim şiirler yazacağım ben yine ve bakarken geceye, bu sefer birlikte gözlerimizden bulutlar geçecek yine.

Düşünüyorum

içinde sen olmayan dizelerimi siliyorum birbir eksiliyor vasıfsız dakikalarım silgi tozunda biriken anılarıma üflüyorum kafama tüküreyim unutuyorum sanırım nasıl beklediğini otobüs durağında beni köpek görünce nasıl sevindiğini nasıl iç çektiğini unutuyorum sanırım ağlarken titremelerini düşünüyorum.. acaba sen hatırlıyor musun beni? en çok hangi birayı sevdiğimi neyi sevip neye sinirlendiğimi düşünüyorum.. acaba sen de düşünüyor musun beni?

duyguların geometrisi

Resim
Boşluk doğuruyorum geceler boyu çığlık çığlığa yalnızlık kusuyorum sesimi duymuyor karanlık içmek istiyorum ancak dert bile yok iyi haber beklemiyorum gündüzden nötr yaşıyorum masamda rüzgar eskisi gibi fısıldamıyor artık fesleğenle konuşacak konu bulamıyorum ben susarken bölünüyor sözüm, damlatan musluk tarafından karmakarışık olmuş zaman hızlı hızlı soluyorum elim alnımda gözüm duvardaki posterlerde gece gece nöbet tutuyorum, neyi beklediğimi bilmeden hayır hüzün değil bu gelen duyguların geometrisi olmalı

Düşüm

Eskiden sen yakardın sigaramı ben içerdim şimdi benim yaktığım sigaraları rüzgar içiyor ne zaman düşsen aklıma düşümden bir kaç dize geçiyor

Hoşuma gidiyor

seni arıyorum geceler boyu ellerini değil belki ama beyazlığını gözlerini değil belki ama gülüşünü dudaklarını değil belki ama kırmızısını sözlerini değil belki ama sesinin tınısını arıyorum. sen gözlerini yere indirirken yavaşlardı zaman o vakit bol bol düşünmeye zaman bulurdum şimdi her şey o kadar hızlı ilerliyor ki yetişemiyorum zamanı geçmişe kusarken,          kötü kötü bakıyorum               kendisinde seni göremediklerime. yastığa başımı koyduğumda, salık saçların perde olurdu başımın iki yanına loş ışıkta yarı açık gözlerin parlardı ben parfümünün kokusundan sarhoş senin bacakların kapıya kilit en muhteşem parmaklıklardı zindanıma kirpiklerin şimdi özgürüm kokundan arınmış semtimde ama istemem... sen bi boka yaramayan şiirlerimin içinden bile silinirken yokluğunun kara deliğinde tükeniyorum ve inanmazsın ama bu hoşuma gidiyor.

Paket paket

Resim
pakete giren her şey kaybediyor süt kaybediyor değerini kutuya girince et desen tatsız, eğer tanıdık kasaptan almadıysan aşklar tarifeli oldu artık ayda bilmem kaç liraya 10 gb aşk satıyorlar özledin mi sevdiğini favla geç tatava yapma fazla aşka gelip bitirdin mi paketi ayını doldurmadan sorun değil 10 liraya doldur dakikanı, genç adamsın lazım olur sana internet aşkları tarifeye eti naylon poşete sütü karton kutuya doldurduk e bizi de tabuta koysunlar artık, yorulduk

istanbul'da

İstanbul'a yağmur yağdırdık beraber bakışarak ve gülüşerek çığlık gibi titreyerek her adımda ellerin sakallarımdan kayardı aşağıya nefesini hissederdim yüzümde bir ağaç vardı orada gövdesi kalın gövdesi tarihi gibiydi aşkların karanlığa daldık beraber parklar boştu çocuk sesinden uzak bir damla gözyaşıyla sırılsıklam olurdu saçların ben koca koca bulutlar hazırlardım sana el ele geldiğimizde şimşekler çakardı sadece istediğimizde ıslanırdık emrimize amadeydi rüzgar bir gülerdin güneş doğardı karşıdan yaktığın sigaranın tütününde yanardım üflediğinde kesilirdi soluğum sen yak, kesilsin soluğum

Dilim kupkuru

dilim kupkuru uyandım bu sabah yatağım çöl evde su yok yüzümü yıkamadan ve gözlerim kapalı ayağımda terlikle çıktım evden her şeye kızgınım her şeye nietsche' ye sövüyorum yine dilim kupkuru insanlar gülüyorlar insanlar hep gülüyorlar sel oluyor gülüyorlar savaş çıkıyor gülüyorlar ben nietsche'ye sövüyorum nietsche kızgın tanrıya ben tanrıya kırgınım nietsche okuyorum kendimden gizli okuduğumu görmeyeyim diye geceleri yapıyorum bu işi dilim kupkuru

Cenaze

İnsan bazen başından geçen kötü şeyleri bile kaydetmek istiyor işte. Gece saat 8 suları, evimde çay içerek izleyecek film arıyorum. Bir de müzik var tabii arka fonda keyfim yerinde yani. Sakin hayat yaşamayı severim ben zaten, öyle sessiz sedasız yaşıyorum. 1-2 güne yaz okulumun vizesi var ancak çalışmalarımı tamamladığım için endişem yok. Telefonum çaldı, yerimden doğruldum. Arayan kişi babamdı, her gün muhakkak arar eğer o aramazsa mutlaka ben ararım. Açtım telefonu, ağlıyordu. Babamı en son Marmara depreminde ağlarken biliyorum onu da hayal meyal hatırlıyorum. Konunun 2 yıldır akciğer kanseri olan dedem olduğunu anladım hemen. "Yapma lütfen" diyebildim sadece. "Gerekeni yap" dedi kapattı telefonu. Gerekenin ne olduğu belliydi, yarın ilk otobüsle dönmem gerekiyordu.  O gece arkadaşımı davet ettim eve sağ olsun kırmadı geldi. Yalnız geçiremezdim geceyi en azından öğrendikten sonraki 1-2 saati. Arkadaş gittikten sonra dedemin ölümü ve ben kaldık sadece odada...

İsimsiz şiir

Eskise de atmaya kıyamadığım eşyalarım arasında hatıran birgün lazım olur mu bilmiyorum yine de ara ara çıkarıp olduğu yerden havalandırıyorum küflenmesinler diye bugün yolda giderken, küçük bir kız çocuğu gördüm annesi at kuyruğu yapmış arkadan iki yana ayırmış sarı saçlarını sen de öyle yapardın, aklıma geldi bir de parlatıcı mı saç kremi mi artık nedir bilmediğim bir şey sürerdin güneş vururdu saçlarına ben sana vurulurdum o sıra saçların parlardı sarı sarı, benim dilim tutulurdu konuşamazdım. bıraktığın boşluğu imara açtılar haberin yok en öndeyim, direniyorum kalbime diktiğin ağaçları sökmesinler diye kavak ağacı şırıltısını severdin sen bilirim altında uyurmuşsun küçükken, öyle anlatırdın kavak fidesi dikmeye yer bulamadım koca İstanbul'da oysa önce büyümesini bekleyecektim sonra seni, kavak ağacının altında

Müzeyyen'e (2)

Resim
Söylediğin yalanlar hala sıcak, fazla uzaklaşmış olamazsın. Müzeyyen seni son öpüşümde, son kez öptüğümü bilseydim acaba nasıl öperdim diye düşündüm bugün. Öyle garip bir halet-i ruhiyedeyim ki seninle yaptıklarımızı düşüne düşüne anılarımızı kuruttum, şimdi de varsayımlar üzerine kafa patlatıyorum. Seni öyle bir varsayıyorum ki yokluğun bana ayıp olmasın diye ses çıkaramıyor. Başta da söylediğim gibi fazla uzaklaşmış olamazsın ama yaklaşmadığın kesin. Limit eğrisi gibi kadınsın be Müzeyyen, gelsen bile aramızdaki mesafenin hep yarısını kat ediyorsun, sana asla dokunamıyorum. Sana anlattım mı hatırlamıyorum ama gökyüzünde bir yıldız takımım var benim. Tavaya benziyor, ne zaman gökyüzüne baksam seni kozmik karanlığın mutfağında bana mantarlı tavuk pişirirken hayal ediyorum yahut eğer hava bulutluysa belli ki Müzeyyen güneşlikleri çekmiş diyorum. Sen yine de bu söylediklerime aldanma sakın Müzeyyen hasretinden prangalar falan eskittiğim yok hatta bir gün çalsa kapım, açtığımda elind...

Git

Tüm sorgulanamazlığınla geliyorsun yine gecelerime, gelme Topla hadi tüm dogmatizmi bir ağızda kus üstüme Alışığım öngürülemezliğine Hani asık yüzünle Derin sessizliğinde Üflerdin ya sigarayı üstüme tek nefeste çekerdim nefesini ciğerime kuru gözlerim ıslanırdı kahpeliğinde sanki gitmeyi ilk sen icat ettin de öyle şanlı bir gitmek kaldı senden geriye çağırmam seni asla, sakın bekleme gitsen de, gitme sen de

Bela

Resim
Gün içinde sayısız kez tekrarladığım kelimelerde senin adın anlamını yitirsin de aklımı kaybetmeyeyim diye bulduğum bir taktik Şiirlerdeki gibi saatim sana beş var ya da seni beş geçmiyor saniye saniye geliyorsun be kadın bir dur! o vapurlara lanet olsun her yerine hatıra bırakmışız herr yerine.. karşıya marmarayla mı geçmek zorundayım her seferinde? delirtiyor hatıran gece yatamıyorum yaktım çarşafları pencerelerden bakamıyorum git artık be kadın nolursun, deliriyorum.

Müzeyyen'e (1)

Resim
Sanat gibi kadındın be Müzeyyen, kaliteli bir müzik duygu dolu bir şiirdin Müzeyyen sen çok haksızlık ettin bana Müzeyyen. Ben zaten çok konuşmazdım bilirsin, sen de hep susup masayı izlerdin, sigara içip susardın sadece. Ara ara karşılıklı göz göze gelir gülümserdik. Sadece sen istediğin zaman göz göze gelirdik çünkü ben hazır asker beklerdim gözlerinde. Müzeyyen sen çok haksızlık ettin bana. Ellerine ve ses tonuna güvendim de şu ağzından çıkan kelimelere bir türlü güvenememiştim en başından beri zaten. Sen hep temkinliydin ben seni tavşana benzetirdim bu yüzden. Nedenini anlayamazdım bu ürkekliğinin meğer yalanmış söylediklerin de artık içinden vicdan mı yaptın ne yaptın bilmiyorum bu yüzden temkinliymişsin.. sonradan düşününce anladım. Neyse şimdi yoksun. Bazı bazı rüyalarıma giriyorsun, ne zaman akşamüstü olsa düşünürüm seyrek saçlarını. Hani bir elmas gibi veya çok değerli bir eşya gibi saklardım ya seni kalbimin en derinliklerinde.. söylemeye gerek yok hissetmişsindir z...

Zaman tüneli

Dün gece eski yazılarımı okudum. 2015 yılına kadar gittim okurken. Odamdaki eşyaların yerleri değişik tabii o zamanlar. Üniversite 2. sınıfın başları. Daha heyecanlıyım ama kafama "yalnızlık" diye bir şey takmışım onu yazıp durmuşum sayfalarca. Yalnızlık şöyle iyi böyle iyi.. derken kovalamışım çevremdeki insanları kalmışım sonunda yalnız. Bir süre güzel giderken sonra dinlediğim şarkılar değişmiş, okuduğum kitaplar değişmiş, giydiğim tshirtlerin rengi ve deseni bile değişmiş. Basit bir fikrin insanın yürüyüşünü bile değiştireceği gerçeğini fark etmeden tecrübe etmişim. Hayatıma bir sürü insan girip çıkmış 17.07.17 tarihine kadar. Bir sürü yeni arkadaşım olmuş bir sürü artık görüşmediğim eski dostum. Birçok insan hakkındaki fikrim değişmiş mesela. Bir çok konuda ne kadar da kesin çizgilerim varmış meğer, artık daha esneğim. Üniversite hızlı büyütüyor insanı. 3 yıl okudum ancak 5-6 yıllık büyüdüm diye düşünüyorum. Şöyle bir bakınca geçmişe, hiç boş kalmamışım. Hep bir şeyl...